KAYIP DÜNYA RESMİ WEB SİTESİ
Menü  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Saklı Sayfalar
  Sitemin Bannerını Alın
  Google Nedir?
  Google Adsense
  Google Logoları
  Duyurular!
  Site Kullanıcılarına
  Reklamlar(SİZDE YAYINLAYIN)
  Radyo
  Cumhuriyet
  Abonelik
  Arama motoru
  Anketler
  TTnetliler Buraya
  HTLM Kodları
  Htlm Kodlar(Forum)
  Mp 3 Dinle
  TV İzle
  CHAT
  Aylık Haberler
  Google Pagerenk
  Atatürk
  Ankara
  Google(Arama Motorlarına Kayıt)
  Film İzle
Google Reklamları İpragaz EkoEnerji Sistemi
Dökmegaz konforunu kesintisiz
yaşamanız için Telemetry Sistem!
www.ipragaz.com.tr

AC/DC - Voltaj Regülatörü
3 Yıl Garantili Servo Regülatörler
Ücretsiz güç tesbiti T: 212 3202007
www.VoltajRegulatoru.com

Esan Müh. Elektrik Proje
Elektrik Proje Uygulama Danışmanlık
30 yıllık Elektrik Proje Firması
www.esanmuhendislik.com

KablosuzAydınlatmaDEVRİMİ
İletkenPanelleOtelCafeBarRestaurant
ve Evlerde TavanDuvar&YerdeEMSALSİZ
www.dipline.net

Etim Mühendislik Ltd.Şti.
Elektrik,Proje,Uygulama,Taahhüt
Danışmanlık,Kontrolluk,Perpa İstanb
www.etim.com.tr

HUZUR ELEKTRİK LTD ŞTİ
Elektrik Malzemeleri Toptan Satışı
siemens schrack pirelli kablo
www.huzurelektrik.com.tr

UYGUN FİYAT GARANTİSİ
ONLİNE SİPARİŞ ELİT ELEKTRİK
KAPIDA ÖDEME İMKANI seçkin markalar
www.elitelektrik.com

VEKMAR ELEKTRİK A.Ş.
Alçak ve Orta Gerilim Malzemeleri
Satış-Danışma Hattı : 0216 5931100
www.vekmar.com.tr
Bu Gün 9 ziyaretçi (11 klik) Kişi Buradaydı
Atatürk
ATATÜRK KİMDİR?  
Görüntülenme: 3197 Tarih:10.03.2006

Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya
döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek
liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok
edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında
en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen
dünyadaki tek lider.

Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten
sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

ATATÜRK´ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık:
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde
bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani
şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis.
Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı
Atina´daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK´ün
resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir
saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.

Yıl 1938, General McArthur´un en zor, en problemli, en
buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden
fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:

"Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa
Kemal´i görmek için neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi ve onu
oluşturabilen Mustafa Kemal´i.

Yada, yıl 1938. Bir İran´lı şair bir Tahran gazetesine
ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle
paylaşmak istiyorum. Diyorki;

"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden
tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir."
dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.

Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri
paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bu gün
UNESCO´nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa
Kemal´dir." Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında,
152 üyesi vardı UNESCO´nun 152 ülkenin devletleri aynı anda
kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle
söyler:

"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin
doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli
sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152
ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

"Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK
öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl
anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini
döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde
ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu
metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O
İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen
şunları söyler;

"Ben ATATÜRK´ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor
ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyorki;

" ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ
YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER
GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI
SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ,
BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI
GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN
KURUCUSU"

Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki "bir ülke
için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden
geçirin" şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi
bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından
imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne
olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni
görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını
vermeye benim dilim maalesef varmıyor.

Hadi gelin Haiti´ye gidelim. Yıl 1996, Haiti
Cumhurbaşkanı[1][1] ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti´ye baktım
haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da
öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için
bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında
yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bütün ömrüm
boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK´ü anlamış ve
uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"

Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında
bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum
mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; "Bugün
milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal
ATATÜRK´tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış
tek liderdir." 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade
ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal´in, Devlet
adamı Mustafa Kemal´in çok dışında bir Mustafa Kemal.

2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir
konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki
"Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç´te çok sık kullandığımız bir
deyim var, bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o
deyim" dedim. "Norveççe´de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok
sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani
bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki
ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün". O
gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de
ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe´den çok
bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden
de edemedim.

Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK´le bir röportaj yapar.
Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir
yerinde Mustafa Kemal´e şöyle sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere
üye olmayı düşünüyor musunuz?" Mustafa Kemal´in cevabı aynen şöyle


"Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat
etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz". Evet,
Birleşmiş Milletler sadece Türkiye´yi davet edebilmek için yasasını
değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal´in ülkesi,
Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok
şey var aslında Mustafa Kemal´den. Ama bu arada 2005´de daha yeni
iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük
puntolarla şu başlığı atmış "Bu gün Ortadoğu´ya düzinelerle ATATÜRK
lazım". dedim yazara ATATÜRK ´ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye
hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında.

Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle
biter. Filipinlerden Çin´e kadar o kadar çok örnek varki. Ama
gördük 1925´de 1938´de 1996´da 2000´de 2005´de her ülkeden, her
cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı
ama bizim olan bir Mustafa Kemal´den bahsediyoruz. Bu gün
Türkiye´nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma
gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence
Türkiye´nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye
ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye´de
lider yetiştirme sorunu var.

Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben
ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram.
Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider.
Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden
bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi
soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay Başkanı yada Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne
babası olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama
bilinizki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya
lideri yada lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRK´le sizinle
paylaşacağım.

İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben
topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş
hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve
inanırmısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların
içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin
ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için
Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?

ATATÜRK´ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25
yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale´de topçu
atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise
hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım. O günün
Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankaya´dan meclise gelirken yol
üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o
iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş
Ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler paşam ne
yapıyorsunuz böyle?", "Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım
gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar
bunun da selama hakkı var". Yani "niye şaşırıyorsunuz?" der
gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "İşte bu benim..."
Derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor "Ne yaptınız bu
ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk
kestik o ağacı". "Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı
kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor. Daha fazla
dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü
önünde hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi
dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda
yetişen bir canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların da o
iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal´in omuzlarındadırda onun
için.

Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün
Düşünmeye başladı. Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem
nasıl müdahale edebilirim" diye. Çok değil doğa katliamı, en kolay
yaptığımız katliam.

Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de
bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. "Yahu"
der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki? Kesmeye
muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der. Bahçıvan derki; "Paşam
çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da
köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya
ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı
kesiyoruz". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan
uzaklaştırırız" der. Derlerki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne
demek köşkü tutupta ağaçtan uzaklaştırmak? Ama inanırmısınız
mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar
biliyormusunuz? İstanbul´daki köprü altındaki tramvay raylarını
Yalova´ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi
de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını
döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala
Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu
temin eder.

Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı?
1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre
dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı
parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK
kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak.
Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün.
"ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle
sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk,
televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere
görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda.
Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerika da eski bir ünlü bir
müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle
raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın
yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi.
gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim
biz tarihe pek bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik,
medeniyet biraz da onlara baksak" diyince arşivimde 1930´da
ATATÜRK´ün bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki
çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne
söyleyeceksiniz bana?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz?
"Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden
duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün
milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren
televizyona bir faks çektiler. Faksta aynen şu yazıyordu "İkinci
haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek
suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler "Bu gün
1996, Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir
bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç
kurtarmak için" bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi.
Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.

Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı
anlattınız bunlar ATATÜRK´ün hayatında tek tek örnekler olabilir.
Hadi gelin Söğütözü´ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o
zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK
hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü
sesli olarak aktarmış; "Ah ! burda bi kulübem olsaydı keşke". "Ya
paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya" demişler.
"Buradaki ağaçlara ne olacak peki". "Paşam burdakiler söğüt ağacı;
gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar"
demişler. Bir an durur, "Bir tek şartla kabul ederim" der. "Burda
yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi
ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe
yapımına izin vereceğim". Yani bugün betonu yeşile tercih eden
zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor
musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK
makamını Çankaya´dan Söğütözü´ne taşıtır hasırlar üzerine.
Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama
söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür,
ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük
olan bu Söğütözü´ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin
verir.

25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var
bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130
belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler,
bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüpte burada
anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir
belediye başkanı yetişmezdi.

İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN´u davet
edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel
Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor.
Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek
salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. "Ya paşam
hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere
bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam buranın ıslahı
Ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit
topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?" der.

ATATÜRK´ün cevabı ATATÜRK´çedir. Derki "Ben en zor
olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne
bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu
aradaTahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek
uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya
ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla
ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı,
üzerinde "Burada hiçbirşey yetişmez"yazılı, altında da
ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal´in önüne
koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu
kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR,
KADERİNE TERK EDEMEYİZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi
akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak
tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın,
tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz?
Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi?
Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25
Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem
de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç
diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara
halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler,
altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar
yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da
almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri
üretilmektedir, herkes yamektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu
Mustafa Kemal ATATÜRK.

Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade´nin kafa çok
karışık. "Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç
yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman
olacağını?" der. "Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani
Tahsin ÇOŞKAN´ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili
kıyafetle Çankaya´dan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler
beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip
yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim.
"Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz
orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah
o iki gün Çankaya´da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. İki
gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti,
köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa testide su kalmamış, toprak
su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne
ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN´ın o raporu bana getirdiği
gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim" diyecektir.

Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz.
Hani ATATÜRK´e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN´dı. Onu
da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten
kolay iş değil. Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız.
Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o
örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama kader
olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa
1930´dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile
oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu
acıyı.

Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama
bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu
bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün
gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933
günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir
haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye
götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK
çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen
okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Vanderbit
Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında
muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde
edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama
TARrsus Kolejinde ATATÜRK´le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve
ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin
verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine
iletilmiş ve ATATÜRK´ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda
oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek
Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.

Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe
adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar
bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa
Kemal "çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider
olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka
sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi
liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir
tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle
ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir
Mustafa Kemal.

Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi
sadece bir sıfatı Mustafa Kemal´e vermiştir. Başka dünyada hiçbir
liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet
Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi
gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK´ün ama soruyorum sizlere bir
insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet
adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur
bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider
Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada "kültür antropoloğu"
sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal´dir.

"Kültür Antropoloğu" nedir ne değildir uzun uzun
başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel´e
gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer
biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren
Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama
bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl
yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım.
bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya´da Asar
kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları
başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor
Mustafa Kemal" diyorlar. Çankaya´ya gidiyor, Çankaya´da üç gün üç
gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş,
birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç
gün sonra "gelin diyor Ahlatlıbel´e gidiyoruz". Hemen geliyor
adiyorki "arkeologlar toplanın". Biliyorsunuz başlarında en büyük
arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞAR´ın bir e bir
aynısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla;
kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir". Yabancı
arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet
adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi
aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar
Mustafa Kemal´in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular
ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi
dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.

Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN´ın yazdığı "Sırat
Köprüsü" adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin
başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra
bitince "bana Galip ARCAN´ı çağarın!" der. Galip ARCAN gelince "bu
piyesi siz mi yazdınız? "der. "Evet paşam ben yazdım". "Hayır, bu
bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin´in aynen çevirisi neden bunu
belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum" diyecektir. Buna
benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi
konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam boldvilin´e
varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o
sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım,
TATÜRK´le iddiaya girmek gibi, dedim "senin başında durmadığın
ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu
olsun".

O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı
apıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o
açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci
sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim "herhalde burda iddiayı
kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal,
film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal´e tabi Cumhurbaşkanı ya
diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle
bağırıyor. Atatürk "Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu
işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve
hiddetle bağıracaksın" der. Cezmi AR hayatının son günlerinde "ben
bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım" diyecektir.

Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler.
Çankaya´ da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır,
adını da koymuştur; "Ben bir İnkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi
yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK
oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki
haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha
faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.

Bu arada ATATÜRK´ün her şeyi iyide ben iddiadan
vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı
Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır
nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime.
Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için
"Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa
Kemal´dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma
çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran
etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük
radikal Mustafa Kemal´dir". Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük
lider eleştirmeni diyor.

Peki, tamam laf iyid e diyorsunuz ki; laflar karın
doyurmuyor. Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir
bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz
şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok
efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme
hesabını yapıyor, Ankara´daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı
konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi
peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir
sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga
kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü
yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu
anda. ATATÜRK diyor ki" Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan
birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin
hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline
geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında
general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46
yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile
dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist
Mustafa Kemal´dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan
genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.

Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz
gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalar´a götürüyorum.
Anafartalar´da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz
postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok.
Macar Türkoloğu Nemet´in, Fransız Türkoloğu Devin´in Türkoloji
albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlar
ki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği cevaba bakın.
onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu
tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916´ya. Bitlis cephesi
komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi
kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR´ı
çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor
musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini
vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak". Yıl 1916,
Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa
çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en
hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal´in
aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil
ATATÜRK´ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır. Ülkelerin savaşları
olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında
görülmektedir.

Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun´u tanımıştır. Ayşe
Hatun´u hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun
yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? Ya da
zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var
inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz
aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor.
Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada
ölmesi falan problem değil Hatun´un, ama düşman eğer onları fark
ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün
düşüncesi o Ayşe Hatun´un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar,
düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu
şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe
Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve
aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor
bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için
şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan) "bu benim
içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor,
omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler
içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu
göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine
bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte
bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatun´u tanıdı Mustafa Kemal.

Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve
75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa
Necati´den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan
battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen
elbiseyle. Aynen şunları söyler "nine kar sepeliyor hava çok soğuk
bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona,
o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler
doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç
duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor
içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.

Albay Hulusi ATAĞ´ın kafilesinde olan genç bir
kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek
üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım bana adını söyle seni tarihe
yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı ne yapacaksın a oğul
yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan
ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda
aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü
inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke
mutlaka ama mutlaka biz olurduk.

Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye
Hanım´ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk
ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine
3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum.
Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan
dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki
Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir
araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı
yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu
incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum
neden biliyor musunuz?

Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok
derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi aman
diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama
projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanım´ın "MUTFAK
PROJESİ", inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek
bu proje.

ATATÜRK Zekiye Hanım´ı, Nakiye Hanım´ı tanıdı bu
savaşta. ATATÜRK Melek REŞİT´i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal´i
tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar
tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok
işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak
yakılan Nazife Kadın´ı tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK
Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı
hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi
öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat
kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir
erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış "anne
Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye
olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik
Nezahat´e Türklerin Jean d´Arc ´ı diyoruz" demiş. Bu bana acı
geldi. Ben Jean d´Arcı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat´i
ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla
birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını
konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan
geçemeyeceğimi gördüm.

Bu arada ATATÜRK okumuş da yazmaya da vakit bulabilmiş.
Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen
gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla
bizzat Mustafa Kemal´dir. İyi ki de yazmış eşkenar üçgen demek için
"müselleseyi bilmemne bilmemne..." demek gerekir. İnanın bu kadar
şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyi ki yazmışsın dedim.
Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de
el atıyor ve bir gazete çıkarıyor. Adı "Mimber", 52 sayı çıkmış
gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal´in
gazetesi dedim. "Sansür" kelimesi ilk defa bu gazetede yer
almıştır. Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri
okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı
çünkü.

Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı
Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de
aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış,
sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta
sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece
gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna
bir bakalım mı ne dersiniz?

İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size
bir itirafta bulunmak istiyorum, diyorum ki ATATÜRK inanın, bugün
sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa
iyi, birde bu gün kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel
önerileri de yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede
var böyle bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek
göster. İşte ilk örneğimiz; dedinizki demin Türkiye´deki sorunları
sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de
ekonomik sorun. Peki Amerika´nın en ünlü ekonomistlerinden birisi
olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki "ekonomiyle savaşta bir
tek ATATÜRK´ü örnek alsın yeter Türkiye".

ATATÜRK´ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var
acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye
arşivini incelememde ATATÜRK´ün ekonomide en önem verdiği şey ne
biliyor musunuz? Türk parasının değerini korumak. Peki, 1919´a
baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin
karşısında 605 kuruş. Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar
yapıldı. Peki 1938´de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra
inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok.
Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım,
ba

Admin Girişi  
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
 
 
   
 
  ANKARAATAM.TR.GG HİZMETLERİ:
Devletim.com
Online Hizmetler
ÖSYM Sınav Sonuçları
Milli Eğitim Bakanlığı
Üniversiteler
Sağlık Bakanlığı
Emeklilik Hizmetleri
Hukuk ve Adalet
Emniyet Hizmetleri
Ekonomik ve Mali İşler
İş ve Eleman Arama
Genel Devlet Kurumları
Bakanlıklar
Valilikler
Belediyeler
Kaymakamlıklar
Siyasi Partiler
Silahlı Kuvvetler
Sivil Toplum
Engelli Sayfaları
Elçilik - Konsolosluklar
Avrupa Birliği
K.K.T.C.
Turizm
Tatil ve Gezi Rehberi
Deprem Linkleri
Haber Kaynakları
 
 
  SİTEM SATILIK DEĞİLDİR.HERKESE DUYRULUR. tamhost.com internet çözümleri
 
SİTE REKLAMLARI  
 
4 TANE SİTE REKLAMI ARNMAKTADIR: MÜRACAT: eski-samur-ay@hotmail.com
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol